10 Eylül 2014 Çarşamba

SEVMİYORUM!

Sabahları nadir de olsa geç uyanmayı ve isteğim dışında uyandırılmayı...
Bekletilmeyi...
Gözümüzün içine baka baka yalan söyleyen devlet erkanını...
Antalya gibi her yerinden denize ulaşabileceğiniz bir memlekette ter kokan insanları...
Plajda pür makyaj, bir karış topuklu, taşlı terlikler ve düğün kıyafetleri ile dolaşan kadınları...
Yaz sıcağında don misali giydi şortun altına Ugg giyen gencecik ama aklı bir karış havada genç kızları...
Mıymıntı mıymıntı yemek yiyen insanları ve yemek yapamamayı bir halt sanan kadınları...
Her türlü hayvana işkence, taciz ve kötülük yapan ve adına asla insan demeyeceğim mahlukatları...
Her türlü sosyal alanda çocuğuna bağıran kadınları ve sırf şımarıklık olsun diye yalandan avazı çıktığı kadar ağlayan çocukları...
Bindiğim uçakta, anne ve babasının cahilliği yüzünden sürekli ağlayan bebekleri...
Sinsi, içten pazarlıklı, sahtekar insanları...
Milenyum çağında hala kapısının önüne ayakkabı çıkartan komşuları...
Kitaplarımı okumak için alıp ama bir türlü geri vermeyen tüm arkadaşlarımı...
Restoranlarda yüksek sesle konuşan insanları...
Trafikte sol şeridi kapatıp, kaplumbağa yavaşlığı ile giden tüm sürücüleri...
Toynak olmuş ayaklarına "parmak arası terlik" ya da türevi ayakkabı giyen tüm kadınları...
Kendi için değil de başkalarına gösteriş olsun diye yaşayan insanları...
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" modunda olan tüm yurdum ahalasini...
2 kuruş para ve çıkar uğruna, kendi de de dahil tüm geleceğimizi satan sahtekar insanları...
Doğaya zarar veren, özellikle de teknede, yatta içtikleri plastik şişeleri denize atanları...
En çok da -kendine de duymadığı için- tüm çevreye saygısız olan her türlü insanı...
SEVMİYORUM arkadaş...









8 Eylül 2014 Pazartesi

CHEF

Bu hafta sonu birbirinden güzel 4 tane film izledik. Ama en güzeli ve özeli 2014 yapımı Chef adlı filmdi. Tam bir aile filmi... 
Oldukça yetenekli olan şefimiz Carl Casper çok ünlü bir restoranda çalışmaktadır. Ama patronu sayesinde maalesef; menüye koyduğu yemeklerde ne kendi yeteneklerini ortaya koyabilmektedir ne de olağanüstü lezzetlerini. Patronun isteği üzerine menüye sadık kalmak zorunda olduğu için, ülkenin en ünlü  Gurmelerinden biri de hakkında berbat bir yazı yazınca, işi bırakma kararı alır. Ve yanına en sadık yardımcılarından birini ve de oğlunu alarak yeni bir maceraya atılır. 
Oğlu ile birlikte temizledikleri eski bir karavanı, çok şirin bir mutfağa çevirirler ve tüm ülkeyi dolaşmaya başlarlar. Öyle ki her gittikleri yerde, yüzlerce insan onlardan önce gelir ve birbirinden leziz sandviçleri yemek için adeta izdiham oluştururlar. Tabii bu noktaya ulaşmalarında oğlu Percy'nin aktif bir twitter kullanıcısı olması ve başarılı bir  marketing yapmasının da katkısı çok ama çok büyüktür...
Başarıları her geçen gün artmakta ve şef Carl yıllar sonra hak ettiği noktaya doğru hızla ilerlemektedir. Bu süreçte hayatında yoluna giren tek şey işindeki başarısı değildir sadece... Oğlu ile iletişimleri çok güçlenmeye, boşandığı eşi ile de arasındaki buzlar erimeye başlamaktadır...
Ben daha fazla anlatmadan ailece oturup bu mükemmel filmi izleyin bence. Harika bir baba&oğul ilişkisine tanık olacaksınız. Ben izlerken adeta gelecek canlandı gözümde... Bizim  evin şefi Bey'in de bir oğlumuz olur ise, benzer bir ilişkileri olacağı konusunda hiçbir şüphem yok. En iyi et nereden alınır, iyi bir sandviç nasıl hazırlanır, somon nasıl pişirilir, kışlık domatesli makarna sosu nasıl kaynatılır ve daha pek çok yemek yapma sırrını bizzat kendisi öğretecektir...
Son olarak da şu konuda uyarayım: Filmi asla aç izlemeyin. Ya da izlemeden önce buzdolabınıza bir göz atın, sandviç malzemesi var mı diye...
Zira insanın canı fena halde yapılan Küba Sandviçlerinden çekiyor. Benden söylemesi...