8 Şubat 2014 Cumartesi

THE BOOK THIEF

Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak için izlenecek, en mükemmel filmlerden biri bana göre, Türkçe adı ile "Kitap Hırsızı"...

2013 Almanya & ABD ortak yapımı olan film, 2005'te -aynı ad ile- yayımlanan, Markus Zuask'ın kitabından sinemaya uyarlanmış. 
2. Dünya Savası sırasında Almanya'da Liesel Meminger adındaki bir kız çocuğunun başından geçenler konu ediliyor filmde.
Liesel erkek kardeşi ile birlikte, bir aileye evlatlık verilir. Lakin yeni ailelerine gidebilmek için çok uzun bir tren yolculuğu yapmak zorundadırlar ve erkek kardeşi bu yolculuğa dayanamayarak, trende hayata gözlerini kapatır...


Bundan sonra Liesel tek başınadır ve yaşadığı her şey, ÖLÜM tarafından seslendirilerek anlatılır izleyenlere...

Okuma yazma bilmeyen Lisel, başladığı okulda dalga konusu olsa da, Hans'ın  onun için evin bodrum katında yaptığı dev sözlük sayesinde tam bir kitap kurduna dönüşür. Öyle ki bu okuma tutkusu O'na hırsızlık bile yaptırır. Ama nasıl bir hırsızlık? Devamı filmde, izleyin, çocuklarınıza da izletin mutlaka...

Filmi çok ama çok büyük bir keyif ve özlemle izledim ben. Her ne kadar o dönemin Nazi Almanyası'nda yaşananlar, Yahudilere yapılanlar, kabul edilir şeyler olmasa da, filmde bu detaylar çocukların da izleyebileceği bir kıvamda sunulmuş...


Film bana en çok babacığımı hatırlattı. Belki de bu yüzden oturup birçok kez daha izleyebilirim, ki izleyeceğim mutlaka. Öyle ki, aynı yaşta değildik ama benzer bir şekilde öğrenmişiz okuma & yazmayı Liesel'yla. 

Babamın, ben 5 yaşımda iken kendi elleri ile yaptığı kara tahta ve okuma yazmayı ilk ondan öğrenmem, sonrasında okuttuğu ve sevdirdiği tüm kitaplar, hayatımın en büyük hediyesidir bana...

Liesel'nın da okumayı babasının yaptığı dev sözlükten öğrendiğini, söylemiştim sanırım. İşten bundan sonra en sevdiği arkadaşları okuduğu kitaplardan öğrendiği yeni kelimeler oluyor... Ve bir de Yahudi olduğu için evinden kaçmak zorunda kalıp Hans'a sığınan Max... Artık evlerinin bodrum katında tek oyun arkadaşı kelimeler değildir...
Max, Liesel'nın okuma tutkusunu görünce, Noel hediyesi olarak ona, günlük tutması için, bir defter hediye ediyor. Ve bu defter sayesinde çok iyi bir hikaye yazarı oluyor gelecekte Liesel...


Çok güzel mesajlar var filmde... En önemlisi asla ön yargılı olmamız gerektiğini öğreniyoruz, Liesel'ya okula başladığı ilk gün, okuma bilmediği için "Salak" diye dalga geçen çocukları görünce... Kitapların nasıl dev birer hazine ve umut ışığı olduğuna seviniyoruz; bombardımanlardan korunmak için, sığınağa toplanan Almanlara, Liesel okuduğu kitaplardan ezberlediği hikayeleri anlattığında... Erken yaşta kazanılan okuma alışkanlığının ve öğrendiğimiz her şeyi, bize yansıyan kısmı ile yazıya dökme serüveninin, başarılı bir gelecek için çok mühim olduğu, evebeynlere verilen en güzel uyarı niteliğinde...




Bıraksam kendimi tüm filmi anlatırım herhalde burada size...Siz en iyisi hazır hafta sonu başlamışken alın çocuklarınızı da ekran karşısına, ailece oturup izleyin bu mükemmelliği...




Kitaplar başucunuzda, sevdikleriniz yanınızda, keyifli seyirler efendim...








6 Şubat 2014 Perşembe

İSTANBUL'un EN GÜZEL ABİSİ!

Bir Ahmet Ümit kitabı... Geçtiğimiz yıl yayımlandı.


(Beyoğlu'nun En Güzel Abisi, benim için İstanbul'un En Güzel Abisi. Çünkü tam bir İstanbul aşığı...)

Ahmet Ümit kitaplarının neredeyse tamamını okudum... Dilini, kurgularını seviyorum. Her ne kadar çok iyi polisiye kurgular yapıyor olsa da -ki çok severim polisiye roman ve dizi- her kitapta aslında derin de bir tarih var...
Bu kitabında ise;
Beyoğlu'nun, Tarlabaşı'nın gerçek sahipleri kimlerdi?
6-7 Eylül olaylarında neler yaşandı?
İstanbul'daki azınlıklara ne oldu?
Bu soruların cevaplarını bulabiliyorsunuz, tabii kurgu içine mükemmel bir şekilde serpiştirilmiş halde...

Başkomiser Nevzat ve birbirine deli gibi aşık iki yardımcısı -Ali ve Zeynep- yılbaşı gecesi Tarlabaşı'nda yaşanan bir cinayetin peşine düşüyorlar bu kitapta.
Şu an hayata geçirilen kentsel dönüşüm planı çerçevesinde Tarlabaşı'nda yaşanan rant kavgaları, Taksim'in göbeğinde yaşanan Gezi Olayları, Renkli Neonları ile Beyoğlu'nun Pavyonları... Ve konuşan ağaçlar... 
Bu kitaba ait verebileceğim ipucu kelimeleri...

Dil, anlatım, üslup diğer kitaplarında da olduğu gibi şahane. Elinizden zor bırakıyorsunuz kitabı... Ama benim Ahmet Ümit kitaplarında en sevdiğim şey; kitapların içlerine girebilmek, kendimden, yaşantımdan bir şeyler bulabilmek... 
Karakterler o kadar bizden ki, her an birinin yerine geçebiliyorum.. Bazen Zeynep, bazen Evgenia oluveriyorum, ya da onlar ben oluveriyor. "Ben olsam" diye bir cümle kurmaya başladığım anda, bir de bakıveriyorum, bir sonraki sayfa da tam da öyle oluyor, hissettiğim gibi gelişiyor karakterimin yazıya dökülen hali... İsteseniz de unutamıyorsunuz böyle olunca da işte, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, ne kitabı, ne de Evgenia'nın lavanta kokan parfümünü...Tıpkı benim gibi çiçek kokusu tercih etmesine gülümsüyor, parfümlerime göz kırpıyorum... Ya da sevdiği adama sofra hazırlayışını...Benim yemeye içmeye düşkün Mr Spartacüsüm oluveriyor o anda, Evgenia'nın Nevzat'ı. 
İşini düzgün, dikkatli yapmanın verdiği benzer özgüveni hissediyorum Zeynep sahneye çıktığı zamanlarda... Anlayacağınız çok şey var bizden/benden bu satırlarda ve satır aralarında...

Macera, polisiye ve de tarih seviyorsunuz biran önce tanışın derim, Ahmet Ümit ve karakterleri ile... Siz neler bulacaksınız acaba?

Keyifli okumalar efendim...




4 Şubat 2014 Salı

RENKLİ SUNUMUYLA BİR MEKSİKA KLASİĞİ: KIYMALI CHILI TARİFİ

Chili, Orta Amerika ve Meksika'da çok sık tüketilen, bol baharatlı ve acılı müthiş bir lezzet. Mr Sprartacüs ve ben pek severiz. Tam bir hafta sonu "Happy Sundays" yemeği aynı zamanda da.
Bu sefer işin içerisine yine kendi yaratıcılığımı da ekleyerek değişik bir sunum ile servis ettim. Bakalım sizler de beğenecek misiniz?

MALZEMELER:
4 Adet İri Boy ve Renkli Dolmalık Biber
500gr Dana Kıyma
1 Kutu Doğranmış Domates (Ya da 4-5 Adet Orta Büyüklükte Domates)
5 Diş Sarımsak
4 Adet Jalapeno veya Taze Chili Biberi
Salsa Sos 
Acı Toz ve Pul Biber
1 Kutu Konserve Meksika Fasülyesi
1 Çay Kaşığı Kimyon
Deniz Tuzu ve Tane Karabiber
Zeytinyağı
Cheddar ya da Kaşar Peyniri











HAZIRLANIŞI
Öncelikle renkli biberlerinizi enlemesine ortadan ikiye keserek içlerini temizleyip, yıkayın. Daha sonra üzerine bir pişirme kağıdı serdiğiniz fırın tepsinize alın. Üzerlerine (her iki tarafına da) zeytinyağı sıkıp, tuz ve karabiber serperek; 170 derecede ısıttığınız fırında, biberler hafif yumuşayana kadar pişirin. Benim fırında 15-20 dakika sürdü. Fırın tipine göre bu süre değişiklik gösterebilir.

Biberler fırında iken, Chili'yi hazırlamaya başlayabilirsiniz.
Ocakta yüksek ateşte ısıttığınız tencerenize (ya da wok tavanıza) 2 çorba kaşığı kadar zeytin yağını ilave edip, ince ince doğradığınız sarımsakları ve ardından da minik minik doğranan jalapeno biberlerini ekleyerek 2-3 dakika çevirin -ki sarımsaklar mis gibi kokusunu bıraksınlar yağa-. Daha sonra kıymayı ilave edip, arada karıştırarak orta ateşte kavurma işlemine devam edin. Peşine tüm baharatları sırası ile; tuz, karabiber, kimyon, acı ve toz kırmızı biberi koyup tüm malzemeleri iyice birbiri ile harmanlayın.

Kıymanın rengi iyice koyulaştıktan sonra, domatesleri ilave edin. (Küp küp doğranmış ya da 1 kutu doğranmış konserve) Tüm malzemenin piştiğine emin olduktan sonra, en son işlem olarak 1 kutu Red Beans ilave edin. 5 dakika kadar orta ateşte -arada karıştırarak- pişirdikten sonra ocağın altını kapatın. Bu sırada fırındaki biberleri unutmayın!

Yemeğinin final kısmında ise; hazırladığınız Chili'yi fırından çıkarttığınız biberlerin içlerine koyarak pay edin. Servis etmeden önce üzerilerine rendelenmiş chedar ya da kaşar peyniri koyarak, fırında peynirler eriyene kadar 4-5 dakika daha ısıtın. 



Dilerseniz hazırladığınız Chili'yi bu şekilde değil de, Tortilla ekmekleri arasında dürüm şeklinde de servis edebilirsiniz. Parti kürdanları ile üzerilerine de birer tane çeri domates ile süsleyip, daha keyifli bir hale getirebilirsiniz.  

Keyifli yemekleriniz olsun efendim, afiyet olsun...



12 YEARS A SLAVE

İnsanlığımdan utanarak izlediğim bir film... En kısa ve öz bu şekilde tarif edebilirim 2013 ABD yapımı Steve McQueen imzalı bu dramayı...


Film aynı zamanda da bir biyografi. Solomon Northup adında siyah bir adamın 12 yıl süren esaretinin, gerçeğe dayanan öyküsü aktarılmış filmde izleyicilere...

Oyuncu kadrosunda çok iyi isimler var 12 Years A Slave'in. Bu aralar izlediğim tüm filmlerde, Sherlock Holmes'dan tanıdığımız Benedict Cumberbatch yer alıyor. Bu filmde ise, Solomon'un satıldığı ilk çiftliğin sahibi Mr Ford rolü ile çıkıyor karşımıza. En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu başta olmak üzere, tam 6 dalda Oscar adaylığı bulunuyor filmin. Ki Solomon rolünü üstlenen Chiwetel Ejiofor, çok başarılı bence de. Ama benim adayım burada da bahsettiğim gibi Leonardo DiCaprio...  

Aslında hür ve saygın bir müzisyen olarak New York'ta ailesi ile birlikte yaşayan Solomon, bir oyuna getirilerek ülkenin güneyine kaçırılır ve köle olarak satılır. 12 yıl boyunca, bir çiftlikten diğer bir çiftliğe satılan Solomon, insanlığını yitirmemiş bir beyazın kendisine yardım etmesi sayesinde -ki bu beyaz adam filmin sürpriz isimlerin Brad Pitt'tir.- tekrar özgürlüğüne, ailesine ve evine kavuşur.
Ama tabii yüreğinde ve bedeninde tonla acının, şiddetin, acımasızlığın izini taşıyarak... 
12 yıl boyunca yaşadığı her şeyi, aynı isimle bu sinema filmine uyarlanan "12 Years A Slave" adlı kitabında yazar Northup Solomon. 

Solomon, kaçırıldıktan sonra tekrar özgürlüğüne kavuşan birkaç köleden biriydi. 1853 yılında kitabı yazdıktan sonra, ülkenin kuzeydoğu eyaletlerini gezerek konferanslar verdi. Birçok kölenin özgürlüğe kavuşmasında büyük başarılar elde etti. 1808 yılında doğan Solomon'un kaç yılında, nerede ve nasıl öldüğü bilinmiyor.

Zaman zaman göz yaşı, zaman zaman insanların zalimliği karşısında dehşete düşerek izledim filmi. Beyaz adamların, siyah kadınlara yaptıkları işkence ve tecavüz sahnelerini ise, bir kadın olarak utanç içerisinde seyrettim. Ama Solomon'un yaşadığı onca kötü olaylara rağmen; hiçbir zaman özgürlüğüne ve ailesine tekrar kavuşacağına dair olan inancını yitirmemesi ve ne kadar işkence görürse görsün hayatta kalmaya çalışması, filmin bende uyandırdığı en güzel ve örnek alınacak duygusu oldu. "Eğer bir şeye gerçekten ve yürekten inanırsanız, yer yüzünde yaratılmış ne varsa, hepsi birlik olup dileğinizin gerçekleşmesi için size yardım eder..." Yıllar önce okuduğum Simyacı adlı kitabın en son paragrafında geçer buna benzer bir cümle. Filmi izleyince bir kez daha hatırladım...

Benim hayat felsefem hiçbir insan; rengi, dini, dili, ırkı ne olursa olsun hiçbir ayrımcılığı ve şiddeti hak etmez. Hiçbir canlı hak etmez...
Kölelik dünya tarihinin yüz karalarından biri bana göre. Ve Amerikalılar ne yaparlarsa yapsınlar, asla ödeyemezler siyahlara ve kızılderililere yaptıklarının karşılığını. Affedilir bir şey değil bence. Sunay Akın ne güzel anlatır Beyaz Adam'ın neler yaptığını "Kız Kulesindeki Kızılderili"de...
Bu arada bizim geçmişimizde de kölelik olduğunu, Osmanlıya Sudan ve daha güneyden köleler getirildiğini biliyor muydunuz? Ama Muhtesip adı verilen ve bu kölelere iyi muamele yapılıp yapılmadığını denetleyen görevlilerin bulunduğunu da belirteyim. Sanıyorum Osmanlı'ya getirilen bu köleler, daha çok Mükatabe Köle statüsündeydiler. Yine de kabul edilebilir değil asla...

Filmde; köle olarak çalıştırılan ve efendisinin hemen hemen her gece tecavüz ettiği küçük Patsy'nin, mısır püskülü ve koçanlarından yaptığı bebeklerin olduğu bir sahne var ki, beni en çok etkileyen sahnelerden biri oldu... Ve filmde yaşananlarla çok büyük tezat içerisinde olan çiftliklerin muhteşem güzelliği, adeta büyülü bir görsel show niteliğindeydi. Filmdeki kıyafetlere de bayıldım. Zaten En İyi Kostüm Tasarımı dalı da bir diğer adaylığı arasında Oscar'a. 

Birçoğumuzun uzaktan hayranlıkla izlediğimiz Amerika'nın; tarihinin karanlık bir dönemine ışık tutan bu tarihi filmi mutlaka izleyin... İnsanlık adına öğrenecek daha çok şeyimiz, kat edilecek çok uzun yollarımız var... Hele ki Gezi Olayları'ndan beri ülkemizde yaşananları düşünecek olursak, bin kat daha da artıyor İnsan Olma, İnsana Değer Verme yolunda yürüyeceğimiz yol, tüm millet olarak...

İnsanlığımızdan utanç duymayacağımız bir dünya yolunda ilerlemek üzere, keyifli seyirler efendim...








2 Şubat 2014 Pazar

PORTAKALLI VE ZEYTİNYAĞLI YER ELMASI TARİFİ

Sağlıklı yemekler bölümünde bugün yer elması var efendim. Çok düşük kalorili olduğu için aynı zamanda da iyi bir diyet yemeği...

Yapması oldukça kolay bir tarif ama işin en zor ve sıkıcı kısmı, yer elmalarının kabuklarını soymak... (Gıldır gıcık işleri pek sevmem ben, hayatta oturup bir puzzle bitiremem mesela. Yemek ile hiç mi hiç alakası yok ama, aklıma geldi işte) Çünkü yamru yumru bir yapısı var yer elmalarının. Kabukları aynı patates kabuğu gibi ama biraz daha ince. 


Çok değişik tarifleri var ama ben yine bizim damak tadımıza ve benim kendi tarzıma uygun pişirdim. 

MALZEMELER:
1 Kg Yer Elması
2 Orta Boy Kuru Soğan
3 Adet Portakal
Zeytin Yağı
1 Limon
Deniz Tuzu
Nane

YAPILIŞI:
Yer elmalarının kabuklarını soyup, yıkayın. Bu arada soyarken, limon suyu sıktığınız su dolu bir cam kase hazırlarsanız ve kabuğu soyulanları bu suda bekletirseniz, kararmalarını önlersiniz. Zira az önce de dediğim gibi bu kabuk soyma işlemi biraz sürüyor. 

Soğanları küp küp doğrayın. Bu sırada tencerenizi ocağa koyun ve ısıtmaya başlayın. Isınan tencereye zeytin yağını ilave ederek, soğanları koyun. Ben kavurma işlemi yapmıyorum soğanlara ama, siz yapıyorsanız kavurun önce. Daha sonra yer elmalarını ilave ederek tuzunu da koyup, tencerenin kapağını kapatın. Beş dakika kadar soğanlarla beraber, yer elması da kendi suyunu bırakacaktır bu arada. 
En son işlem olarak 3 adet portakalın suyunu sıkın ve yemeğinize ilave ederek; kısık ateşte yer elmaları yumuşayana kadar pişirin. 

Birçok tarifte su da ilave ediliyor ama, ben yemekleri pişirirken, kendi öz sularında pişirmeyi tercih ediyorum, zira diğer şekilde tüm vitaminleri gidiyor sebzelerin. Seramik tencere kullanıyor olmam da, bu işleme katkı sağlıyor. Yapışma ya da yanma derdi yok çünkü...

En son aşamada, yer elmaları piştikten sonra üzerine nane serperek soğumaya bırakın.

(Kendi kuruttuğum nane misssler gibi koktu ve pek yakıştı.)

Yer elması oldukça sağlıklı bir sebze...
Özellikle emziren annelerin tüketmesi faydalı olur çünkü, anne sütünü arttırmada önemli bir etkiye sahipmiş. Ayrıca A ve C vitaminleri ile;  demir, fosfor ve kalsiyum mineralleri açısında da oldukça zengin.

İçerdiği besin değerleri nedeni ile kansızlığı iyi gelen yer elması, ayrıca cildimizin daha güzel ve parlak görünmesini sağladığı gibi, basur şikayetlerini önlemede de katkısı olduğu söyleniyor. Ayrıca her türlü gribin kol gezdiği şu kış günlerinde, vücut direncini de arttırdığı için, özellikle çok sık hastalanan çocuklarınıza da yedirin derim. Öksürüğü de kestiğini göreceksiniz son sürpriz olarak...

Hepinize afiyet olsun efendim...

Önemli Not: Özellikle İstanbul'da olan bayanlar dikkat!!! Kurak bir yaz kapıda maalesef... Yağışlar mevsim normallerin altında seyrettiği için, barajlar her gün boşalmaya devam ediyor. Şu anda %32 seviyesinde olan barajlar, böyle devam ederse ciddi alarm vermeye başlayacaklar yakında. Ankara'da da durum pek iç açıcı değil ne yazık ki...
Dolayısı ile mutfakta yemek yaparken, suyunuzu boş yere akıtmayın lütfen. Ve evlerinizde her türlü tasarruf tedbirlerini almaya özen gösterin.
.
Umarım yakında şehirlere bol bol yağmur yağar, hep beraber seviniriz...