15 Kasım 2014 Cumartesi

ZEYTİN!

Türk kahvaltısının vazgeçilmezlerinden biridir Zeytin, benim ise çocukluğumdur... Daha öncede bahsettim sanırım, baba tarafım Balıkesir Edremit'tir benim. Büyük dedeler Selanik'ten göç etmişler ve Ayvalık, Akçay, Edremit taraflarına yerleşmişler...
Her yaz tatilinde babaannemlere gittiğimiz zaman; her yer zeytin ağacı idi o yörelerde. Denize zeytin ve  yemiş -incir'e yemiş denir Ege'de- ağaçları arasından inerdik hep.  Hatta büyükbabamların evinin hemen karşı taraflarında uçsuz bucaksız zeytinlikleri vardı. Rahmetli babaannem kendi elleri ile yaptığı; biberli, sade, yeşil ve siyah zeytinleri tenekelere basar, biz nerede isek -o yıllarda babamın görevi dolayısı ile birkaç şehir gezmişliğimiz var- gönderirdi her kış. 
İşte tüm bu nedenlerden ve geleceğimize duyduğum büyük endişelerden dolayı; her kesilen zeytin ağacı haberinde içim çok acıyor, hem de çok... Yırca köylüleri içerisinde ağlayan yaşlı teyzeleri her gördüğümde babaannem geliyor gözümün önüne, gözyaşlarım birer zeytin tanesi gibi akıyor, tutamıyorum...
Hep dini kullanıyorsunuz ya; nasıl olur da yıllarca "... bir yudum su, bir zeytin tanesi..." diyerek orucunu açan bu milletin zeytinliklerine dokunursunuz? Ne oldu sizin Din anlayışınıza? Çekin kirli, vicdansız, merhametsiz pis ellerinizi zeytinliklerimizden, geleceğimizden çocukluğumdan...


14 Kasım 2014 Cuma

THE 100 (TV SERIES)

I WAS BORN IN SPACE! diyerek başlayan yeni bilim kurgu dizimiz. Geçen Pazar günü başladık. Ve ilk oturuşta 4 bölüm falan izledik peş peşe. 

Bir nükleer savaş sonrası Dünya yaşanmaz hale geldikten sonra (evet nihayet beceriyor insanoğlu maalesef), insan ve insanlıktan kalan tek örnekleri barındıran bir uzay istasyonu, aradan yaklaşık 99 yıl geçtikten sonra, 100 genci -ki aralarında uzay istasyonunun Başkanının da oğlu bulunmaktadır- araştırma yapmak, radyasyonun ne düzeyde olduğunu tespit etmek üzere Dünya gönderir... Ve tüm olaylar bundan sonra başlar. Gençleri büyük sürprizler beklemektedir Dünya'da... 
Beni en çok etkileyen sahnelerden biri "ilk defa gerçek oksijen soluyan, ağaçlara dokunan, yağmurla tanışan" gençlerin mutluluğu oldu...
Keşke şu ağaç düşmanları oturup izlese de, bir ağacın bile geleceğimiz için ne kadar önemli olduğunun azıcık da olsa farkına varsa...
Gayet başarılı giden bir dizi şu ana kadar. Ama diziyi izleyen arkadaşlardan öğrendiğime göre, 2. sezonu büyük sürprizlerle dolu ve çok daha iyiymiş. Sanırım bu Pazar da 2. sezona başlarız,  di mi Bey?



10 Kasım 2014 Pazartesi

ATATÜRK

Bugün 10 Kasım Ata'mızın ölümünün 76. yıl dönümü... Tüm yurtta, dış temsilciliklerde törenlerle anılıyor. Sosyal medyada da twitter, instagram, facebook profilleri, cover'lar fotoğrafları ile doldu. Hepsi geçici tabii maalesef...
Birkaç gün sonra, yok yok hatta yarından itibaren her şey eski haline dönmeye başlayacak. Ve biz medeniyet'ten, demokrasi'den, hukuk'tan, bilim'den, sanat'tan ve en önemlisi saygıdan uzak "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" modunda yaşamaya devam edeceğiz. 
Gönül isterdi ki her sene 10 Kasım anma törenlerimizde; dünya çapında artan bilim ödüllerimizle, gerçek demokrasi anlayışımızla, özgürce yazılan köşe yazılarımızla, sanat eserlerimizle, kitaplarımızla, sürekli artan okuma oranlarımızla, birbirimize olan saygımız ve sevgimizle Ata'mızın huzuruna çıkalım. Sanırım en çok o zaman huzuruna çıkmayı hak edebiliriz, ben böyle düşünüyorum...


SON DEFA
"Gidelim Afet… Bir orman kenarına gidelim. Her şeyi bırakalım. Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda… Evet… Evet… Hemen çekip gidelim ormanlara… Hele ben bir iyi olayım da…" (Karşısındaki Dört Mevsim tablosuna bakarken Kızı Prof. Afet İnan'a söylediği söz)
Ayaktayken çekilmiş son fotoğrafı. (Boğaz'da saygı duruşunda bulunan; hatta bazıları drednottan atlayıp, saraya doğru yüzmeye kalkmış olan Kuleli öğrencilerine asker selamı vermeye çalışırken...Pencere arkasından, arkada doktorları ve Cumhurbaşkanlığı yaverleri bir şey olmasın diye tetikte beklerken... — Dolmabahçe Sarayı.)