14 Şubat 2014 Cuma

GRAVITY

2013 Amerika & İngiltere ortak yapımı ve Alfonso Cuarón  imzalı bu filmi; yaklaşık 1 ay kadar falan önce izledik  Mr Spartacüs'le ve hala etkisindeyim ben... Kesin birkaç kere daha izlerim. Cuarón çok iyi iş çıkartmış bence... Oscar'ın da en güçlü adaylarından.


Benim pek yakışıklı bulduğum ve özel hayatı ile ilgili kulağıma çalınan bir dedikodu doğrultusunda hayal kırıklığına uğradığım George Clooney ve Sandra Bullock başrollerinde yer alıyorlar bu sıradışı yapıtın. Gerçi film neredeyse zaten 2 kişi arasında geçiyor.

Tıp mühendisi olan ve ilk defa uzay yolculuğuna çıkacak olan Dr Ryan Stone'a, bu yolculuğunda deneyimli astronot Matt Kowalksy eşlik eder. Gayet başarılı bir fırlatmanın ardından, uzay üssüne ulaşan elemanlar; sonsuzlukta bir keşif yürüyüşüne çıktıkları sırada, Kessler Sendromu yüzünden uzay boşluğunda sürüklenirler. Ve yaşam mücadeleleri başlar bundan sonra..

(Don & atlet dolanıyor hatun mekikte,
ohh hayat ne güzel)
Çok ama çok beğendim ve etkilendim ben filmden. Her ne kadar bilim & kurgu gibi dursa da, inanılmaz görsel sahneler ve ses efektleriyle bütünleşen, müthiş bir felsefesi var filmin: Büyük bir mucize olan Doğum... 
Sandra'nın uzay aracına girip, üzerindeki tüm kıyafetleri çıkartıp yerçekimsiz ortamda, anne karnındaki embriyo misali uzanması var ki, anlatılmaz izlenir...

Filmde felsefenin tavan yaptığı en vurucu nokta ise, Stone'un, Kowalski'nin uzay aracına girdiğine dair gördüğü halüsinasyon... Bana göre aynı zamanda da filmin en etkileyici sahnesi idi.  (Tüylerim diken diken oldu seyrederken.) Kowalski'nin Stone'u yaşamaya ikna etmeye çalışması; öleceğimizi bile bile, yaşamanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bizlere. Ve ne olursa olsun, kötü ne yaşarsak yaşayalım; umudumuzu ve inancımızı yitirmememiz gerektiği, çok başarılı bir şekilde aktarılıyor izleyenlere. Filmin final sahnesi ise çok büyük sürpriz bu felsefe, bilim & kurgu üçgeninde...

Daha önce de söylemiştim bir yazımda; Sandra alsın kesinlikle aday olduğu "En İyi Kadın Oyuncu Oscarı" ödülünü -ki hak ediyor bence. Zaten çekimler sırasında epey bir mide bulantısı ve baş dönmesi yaşamış garibim. (Verin şu ödülü lütfen saygıdeğer akademi üyeleri.) Ama yaşanmayacak gibi de değildir eminim, zira izlerken benim bile döndü. Hatta, öyle sahneler vardı ki, Spartacüs'e bir ara göz ucu ile baktım, filmin Türk astronotu olmuştu çoktan :) Hatun oradan oraya çarpa çarpa salınırken uzayda, sanki benim de elimden tutuyordu da gerilmekten bir an kaskatı olduğumu hissettim. Öyle girdik filme anlayacağınız... Kemerlerinizi sıkı bağlayın bu filmi izlerken, benden söylemesi...


Müthiş bir duygu gibi geliyor bana, sonsuzlukta öylece salınmak. Canın ne yöne dilerse salın git... Simsiyah bir gecede yıldızların görüntüsü nasıl muhteşem gelirse insana, onun trilyon kat daha şahanesini hayal edin. İşte tam da öyle bir ortamda başı boş salınmayı kim istemez... Tabi yeterli oksijeniniz varsa...

Filmin en panik sahneleri de oksijen tüplerinin boşalmaya başlaması yüzünden gelişiyor zira. Ve benim yakışıklı astronot müthiş bir kahramanlık yapıyor tam da o anlarda. Kahramanlıktan da öte hatta, kendi hayatını feda ediyor... "Ben olsam yapar mıydım acaba?" diye düşünmeden de edemiyor insan, bu sahnede. O2'nin ne kadar da mühim bir gaz ve yaşam için ne kadar değerli olduğunu, insan uzayda mekiği arıza yapınca anlıyor en çok... 

Arada sizi de paniğe sürükleyen anları olsa da, çok keyifli ve anlam yüklü bir film efenim. Sırf, muhteşem görsel efektleri için bile izlenir. Ayrıca yerçekimsiz ortam o kadar başarılı bir şekilde canlandırılıyor ki, siz de sürükleniyorsunuz sanki izlediğiniz mekanda... Hazır hafta sonu da yeni başlıyor iken "Ne izlesek?" diye düşünenler bir göz atsınlar bence.


Kaptanınız konuşuyor: Kemerlerinizi bağlayın, fırlatmaya son 1 sn! 



Keyifli seyirler efenim...





13 Şubat 2014 Perşembe

TEK TAŞ DEĞİL ÇOK TAŞ! (HAPPY VALENTINE'S DAY)


Sevgiyi satın alabilecek hiçbir tek taş yoktur yeryüzünde...

ÇAKIL

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar
Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU


(Mr Spartacüs'üme ithaf olunmuştur.)



11 Şubat 2014 Salı

MİSSSGİBİ BİR KONUK VE YEMEK ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Zaman zaman; sevdiğim ve takip ettiğim bloggerlar, kitaplarını okuduğum yazarlar ve sürpriz konuklarla yaptığım keyifli söyleşileri burada yayınlayacağım. 

İlk söyleşiyi yemek bloggerları arasından, en sevdiğim ile yaptım. Birbirinden güzel tarifleri, hiç bitip tükenmeyen enerjisi ile http://www.misssgibi.com/ blogunun sahibi sevgili Zerrin konuğum oldu. 

Enerjisine hayranım... Kaşla göz arasında öyle leziz ve missss gibi lezzetler hazırlıyor ve anında paylaşıyor ki, benim daha yemek konusunda çok yolum var diyorum kendime. Sizler de renkli bir kişilikle tanışmak, birbirinden lezzetli pratik yemek tarifleri; renk renk kekler, sevimli kurabiyeler ve şip-şak börekler öğrenmek isterseniz http://www.misssgibi.com/ buradan ya da Facebook sayfasından takipte kalın. 



Evet, şimdi kendisi ile sohbetimize buyurun efendim...


Merhaba Zerrin, Hoşgeldin!
- Merhaba! Hoşbuldum :)

- Öncelikle seni tanımayanlar için bize kısaca kendinden ve bloğundan bahseder misin?                                       -- Adım Zerrin Damgacı Tomruk. 76 Almanya doğumluyum. Bolu Mudurnuluyum. İstanbul Ün. İktisat Fakültesi mezunuyum. 4 yıl Kıbrıs'ta yaşadım. Kıbrıs'ın bize armağanı oğlum Ada oldu. 14 yıllık profesyonel iş yaşamının ardından, Ada ile birlikte olabilmek için ayrıldım. Misssgibi.com ise 8 yıllık ve ağırlıklı yemek tariflerinin olduğu bir blog. Ama bunun dışında blogumu gezi günlükleri, okuduğum kitaplar, seyrettiğim filmler, günlük hayata dair yazılar, aklıma estikçe yazdıklarım gibi kategorilere ayırabilirim.

- Blog yazma fikrin nasıl gelişti ve hayata geçirdin? Takip ettiğin bloglar var mıydı?
- Kıbrıs'ta yaşamaya başladığım dönemde ailemin ve arkadaşlarımın bizden haberdar olması, ne yiyip ne içtiğimizi görmeleri için açtım Misssgibi.com’u. Başkaları tarafından takip edilmeye başladığımı fark ettiğim anda her şey değişti. :)) Elbette takip ettiğim bloglar vardı. Portakal Ağacı gibi. :)

- Mutfak ve yemeklerle olan keyifli yolculuğunun temeli nereye dayanıyor? 
- Çocukluk ve gençlik yıllarımda kalabalık bir ailede büyüdüğüm için pek iş düşmezdi bana. Ananeciğim, anneciğim sağ olsun.  Ablam çok yetenekliydi pasta börek konularında. Rahmetli ananeciğimin el lezzetine diyecek yoktur. Aynı şekilde annem de çok yeteneklidir. Böyle olunca size yumurta bile kırdırmazlar. Zaten aklınıza bile gelmez :) Ama annemlerin evde olmadığı bir gün arkadaşımla bizim evde poğaça ve kek yaptığımı hatırlıyorum. Kullandığım rendenin yıkanmayacağını düşündüğüm o günle alakalı aklımda kalan şey, rendeyi çöpe attığımdır. :) Annem uzunca bir süre rende aramıştı. :))

- Nasıl bir profilde okuyucu kitlen var?  İlişkin nasıl okuyucularınla?
- Benim okuyucu profilim; kendini geliştirmeye çalışan, espriden anlayan, sıcakkanlı insanlardan oluşuyor. Blog yazmaya başladığım ilk günden bugüne beni takip eden okuyucularım var mesela. Yazmaya ara verdiğim, sesimin çıkmadığı zamanlarda benim için telaşlanıp e-maille “Nasılsın? Ses ver!” diye soran insanlar... Alışveriş merkezinde Ada'yı tanıyıp “Misssgibi değil mi?" diye yanıma gelip kendini tanıtanlar, eczanede ilaç alırken ses tonumdan (yaptığım yemek çekimleri neticesinde) tanıyıp “Siz Misssgibi'nın yazarı mısınız?” diye soranlar, gibi gibi.. Ben insanlarla iletişimi çok seviyorum. Yüzlerini görmesem de okuyucularımın bazılarını tanıyorum, hatta öyle ki evlerinde ne yemek piştiğinden, çocuklarının hasta olup olmadığına kadar... Sayısı çok fazla olmasa da erkek okuyucularım da var. :)

- Kendine ilk pişirdiğin yemek neydi?
Ben üniversite hayatım boyunca salça ekmek ekolünden gelen bir insanım. “O ne?” diyeceksiniz. Yumurta dahi kırmayan salça ve ekmekle beslenen bir insan düşünün o benim. Yemek yapmaya başlama yaşım üniversiteyi bitirip iş hayatına girdiğim zamanlara dayanıyor. O dönemden sonrada fazla cesur davrandım. Önüme gelen her tarifi denedim. Hiç çekinmedim. etrafımdaki insanlarda çok fazla yemekten anlamadıkları için yaptığım ve ekmek diye yedirdiğim peksimetimsi şeylere seslerini çıkarmayıp beni motive ettiler :))

- Bloğunda yayınladığın ve tarifi sana ait ilk yemek neydi? Ve nasıl tepkiler aldın?
Blogumda ilk yayınladığım tarif Fransız ekmeği tarifidir. İlk yazılarımı pek kimse okumadığı için pek tepki almadım. :)) 

- Mutfakta olmazsa olmazların nelerdir?
Demir döküm tavamı, bıçağımı çok severim bir de önlük olmazsa olmazımdır. 


- Yemek yapmayı sevmeyen okuyucular için, neler önerirsin? Nasıl bir hale getirsinler ki yemek yapma işini, keyifli bir hal alsın? Senin yemek yaparken herhangi bir ritüelin var mıdır?
- Şimdi bazı insanlar vardır, yemek yemeyi sevmiyorum derler. Hiç anlamam. Yani bir insan nasıl yemek yemeyi sevmez diye sorarım kendime. Halen cevabını bilmiyorum. Yahu yemek yemek hiç sevilmez mi. :))). Yemek yapmayı sevmemeyi de bu nedenle anlayamıyorum. Çünkü ben inanılmaz keyifli zaman geçiriyorum mutfakta. Benim için en önemli şey mutfağın temiz olmasıdır. O yüzden mutfağa girmeden önce mutlaka mutfağı güzelce temizlerim. En önemli tavsiyem şu olur:  En sevdikleri bir tarifi zor olduğunu düşünseler de denesinler adım adım uygulasınlar. Bir kez başardıktan sonra sürekli yapmak isteyecekler...

- İyi yemek yapmanın püf noktası nedir sana göre? Başarının sırrını bizlerle de paylaşır mısın?
- İşin kimyasını bilmekten ve hissetmekten geçiyor. Eğer elinize tarif alıp uygulayacaksanız adım adım uygulamalısınız. Her şeyi tam yaptığınızı düşünüp evde yok diye 4 yumurta olan tarife 1 yumurta kırarsanız o tarifin tutmayacağı bellidir. Çünkü her malzemenin o tarifte bir olma nedeni vardır. Eğer kendiniz birşeyler uyduracaksanız neyin neyle yakışacağını hissederek koyun. Çıkan sonuçtan da rahatsız olmayın. :)) Unutmayın o sizin eseriniz. :))

- Dünya mutfaklarını takip eder misin ve en sevdiğin mutfak neresi?
- Etmez miyim. Bayılırım değişik mutfakları tatmaya, yapmaya, denemeye.. 6 ay eğitim aldım Dünya Mutfakları üzerine. Çin, İtalyan, Fransız mutfağı ile ilgilendim. İtalya'da kısa süreli bir eğitimim oldu. Çok sevdiğim yüzünü görmediğim ama çok değer verdiğim rahmetli Esra (büyüleyen mutfak kokusu) ile birlikte çıkardığımız Kevgir dergisinde Dünya Mutfakları köşesini hazırladım. En sevdiğim mutfak Türk Mutfağından sonra İtalyan Mutfağıdır. 

- Peki Türk şeflerden kimleri başarılı buluyorsun?
Takip ettiğim ve başarılı bulduğum şefler, Özgür Şef, Yunus Emre Akkor ve Ömür Akkor kardeşler...

- Sana göre, yemek yaparken doğru bildiğimizi sandığımız ama aslında yanlış olan neler var?
Mesela zeytinyağlılara neden şeker katıldığını bilmeden domates olsun olmasın şeker katılır. Yanlış!... Sadece domates olan yemeklere katılmalıdır. Şeker asidi bloke eder.
Zeytinyağı, kızartmalarda kullanılmaz denilir. O da yanlış bir bilgidir. Tamamen ABD mısır üreticilerinin Türkiye gibi gelişmekte olan Akdeniz ülkelerine dayattıkları bir saçmalıktır. Doktorlar para ile satın alınıp böyle saçmalıklar uydurulmuştur.

- Osmanlı ve saray mutfağı ile günümüz Türk mutfağı arasında ne gibi farklılıklar görüyorsun? Biraz tembelleştik mi sence de? 
Hazır gıdaların yoğun şekilde kullanıldığını düşünüyorum. Reklamlarla, pazarlama stratejileriyle tüm mutfaklara girmeyi başardılar. Evde yapılabilecek en basit şeyler de bile hazır ürünler tercih edilebiliyor. 

- Obezitenin maalesef giderek artmaya başladığı toplumumuzda, annelere neler önerirsin? Sen oğlun Ada’nın beslenmesinde nelere özen gösteriyorsun?
Bizim Ada ile yemek maceramız kitap olabilecek düzeyde. :) Ada 20 aylık olana kadar anne sütü aldı. 4. ayda ek gıdaya başladık. Herşeyini evde yapmaya çalıştım. Peynirinden yoğurduna, ekmeğinden bebe bisküvisine kadar. Elbette hazır kullandığım ürünler oldu. Ada 1 yaşına kadar her türlü besini yedi. Enginardan kerevize kadar. 1 yaşında aynı anda 4 dişi gelince beslenmesi tamamen bozuldu. Ve 6 ay boyunca neredeyse sadece yoğurt çorbasıyla beslendi. Meyveyi her zaman sevdi. Ardından yemek seçmeye başladı. Şu anda okula başlamasıyla birlikte o yemek seçme dönemini de atlatmaya çalışıyoruz.  Ada'ya mevsimi dışında birşey yedirmemeye çalışıyorum, Abur cuburdan uzak tutuyorum. Zaten öyle çok abur cubur seven, pasta börek seven bir çocuk değil. 

- Yapmaktan en keyif aldığın bir tarifini bizlerle paylaşır mısın?
- Aslında hepsi diyebilirim. Yapmaktan ya da yemekten keyif almadığım hiçbir yemek yok gibi neredeyse. Ama İtalyan mutfağından Ravioli (İtalyan Mantısı) biraz daha özeldir benim için.


- Tarifi için bloğa bir göz atıp geri dönelim hemen : ) http://www.misssgibi.com/ravioli-italyan-mantisi/ 
Son olarak şunu sormak istiyorum. Eminim benim gibi bunu merak eden birçok takipçin vardır . Birbirinden leziz çok fazla tarifin var. Bunları bir kitapta toplamayı düşünüyor musun? Ya da kendine ait bir restoran hayalin var mı?
Bir kitap projem var. Çocuk yemekleri üzerine... Yayıneviyle anlaştık. Ama maalesef benim yavaşlığım ve birçok işim nedeniyle askıda. 

Umarım en kısa sürede zaman yaratıp, hayata geçirebilirsin. Heyecanla bekliyoruz! 

Tüm samimiyetinle konuk olduğun için çok teşekkürler. Misssgibi lezzetlerinle tekrar buluşmak dileği ile hoş ve mutlu kal...



10 Şubat 2014 Pazartesi

BAL KABAĞI ÇORBASI

Ülkemizde genelde, sadece tatlı olarak tüketilen bal kabağı, çorba olarak tüketildiğinde sağlık açısından çok daha faydalı. 

Özellikle ünlü Türk hekimi İbn-i Sina kitaplarında çok fazla yer vermiştir bal kabağına ve özellikle kanser hastalarına önermiştir. (Bağırsak ve mide kanserini yenmede etkin bir besindir.)
Çok yüksek miktarda beta kroten içeren bal kabağı özellikle bağışıklık sisteminin gelişimine çok faydalıdır. Ayrıca mineraller bakımından da (Demir, potasyum, sodyum, fosfor, kalsiyum ve magnezyum içermektedir.) çok zengin olması nedeniyle; çocuklarda sağlıklı kemik gelişimine de katkısı bulunur. Bilinen en güçlü antioksidanlardan biri olan bal kabağını, diyet yapanlar da bol tüketebilir. Zira kalorisi çok yüksek değildir. Ancak şeker ihtiva ettiğini belirtmem lazım. Benim gibi şeker hastaları az miktarda tüketmeliler.   


Ben bu çorbayı ilk defa yılbaşı akşamı evde verdiğimiz davette denedim ve konuklarımız çok beğendiler. Tarifini yayımlamamı rica ettikleri için, sizlerle de paylaşıyorum.


MALZEMELER:
1 Kg Bal Kabağı
2 Küçük Paket Krema
4-5 Diş Sarımsak
1 Büyük Kuru Soğan
1 Adet Muskat
Deniz Tuzu ve Tane Taze Karabiber
1 Adet Zencefil
1,5 Litre Su
1 Çorba Kaşığı Zeytinyağ



HAZIRLANIŞI:
Muskat
Eğer hazır doğranmış bal kabağı almadı iseniz; işe önce bal kabağını temizleyip ayıkladıktan sonra, iri parçalar halinde doğrayarak başlayın. 

Daha sonra; yüksek ateşte ısıttığınız tencereye, zeytin yağını koyup, minik küpler halinde doğradığınız kuru soğanları ilave edin. Ayıklayıp ince ince doğradığınız sarımsakları da ekleyip bal kabaklarını da atın tencereye. Hepsini harmanlayıp bir beş dakika kavurduktan sonra, üzerine 1 adet muskat rendeleyip, tuz ve tane karabiberleri koyup, soğuk suyunu ilave edin. Ve suya 1 adet -taze ya da kuru- zencefil atmayı unutmayın. Tencerenizin ağzını kapatıp, orta ateşte, kabaklar yumuşayana kadar kaynatın. Yaklaşık 30-35 dk sonra  koyu turuncuya yakın bir renkte çorbanız hazır hale gelmeye başlayacaktır. Zencefili çıkartabilirsiniz artık.


Kabakların hepsi yumuşayınca, el blenderı yardımı ile ufak parçalar eriyince kadar çorbayı çırpın. Ocağın altını en kısık ateşe getirip, 2 kutu kremayı da ilave edip, 5-10 daha karıştırarak bir taşım kaynatın. Çorbanız hazır hale gelmiştir böylelikle.

Servis ederken üzerini, arzu ettiğiniz yeşilliklerle (maydanoz, taze nane, kereviz yaprağı vb) ya da krema ile süsleyebilirsiniz. Dilerseniz de tereyağında çevirdiğiniz minik kızarmış ekmekleri üzerine koyarak servise hazır hale getirebilirsiniz... 


Not: Eğer tamamen sağlıklı bir çorba istiyorsanız, krema ilave etme kısmını atlayabilirsiniz, ki o şekilde de tadı enfes oluyor. 

Afiyet olsun efendim, hepinize iyi haftalar...